1923 yılında İskoçyalı bir mühendis, John Logie Baird’in icadı: TELEVİZYON; önerilen Türkçe karşılığı: “İzleç”, ya da “Uzakgör” …
Mucit, eminim ki icadını “TOPLUM UYUŞTURMA ARACI” olsun diye tasarlamamıştı. Ancak ne yazık ki, bilinçli kullanılmadığında zararlı halen gelen her şey gibi, televizyon da günümüzde -özellikle de bizim toplumumuz için- çok tehlikeli bir gaflet uykusunun tetikleyicisi haline gelmiş / getirilmiştir…
Sömürgeci devletler ve yerli işbirlikçilerin yöntemleri, hedef kitlenin neden, ne kadar etkilendiğine göre değişmekte, yenilenmektedir. Yüce Türk Milleti’nin, silahlı savaşlarla yenilemeyeceğini görenler, günümüzde kültürel savaşa yönelmişlerdir. Bu savaşın başlıca silahı da, özellikle okumayı, araştırmayı pek sevmeyen toplumumuz için, TELEVİZYON’dur. Gerekli önlemleri, daha fazla vakit kaybetmeden alamazsak, tehlike çok yakındadır.
Televizyonun ne kadar tehlikeli hale geldiğini anlamak için, özellikle çocukları gözlemlemek çok yararlıdır. Türkiye Cumhuriyeti’ni emanet edeceğimiz çocuklar, televizyon izlemeyi bir “ödül”, izlememeyi ise “ceza” olarak algılamaktadırlar. Diğer ifadeyle, çocuk, kendisine verilen hakların ölçütünü, televizyon ile eşitlemeye başlamıştır.
Çocuklara yönelik televizyon programları, özellikle de çizgi filmler dikkatle incelenmelidir. Verilen mesajlar, karakterlerin görsel özellikleri ve kişilik yapıları açısından, yirmi beş – otuz yıl önceki çizgi filmlerle, günümüzdekileri kıyasladığımızda, kalitenin giderek düşmekte olduğu belirginleşecektir.
Televizyonun olumsuz etkilediği diğer değerli potansiyelimiz TÜRK KADINI’dır. Ölümsüz Önderimiz Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’ün, kadının kültürel donanımını sağlamak üzere gerçekleştirdiği büyük devrime karşıt ayaklanmanın çok önemli bir ayağı, zihnimizi anlamsız + boş şeylerle uyuşturma stratejisidir. Bugün özellikle de ev kadınlarına yönelik programlanan gündüz kuşağı yayınları, ender istisnalar dışında, utanç verici seviyesizliktedir. Yayınları denetleme sorumluluğundaki RTÜK ise, bunlara karşı sessiz ve etkisizdir.
Yüce Türk Milleti’nin ufkunu genişletecek programların yayın saatlerinin seçimi de birkaç kanal dışında yanlış yapılmaktadır. Ulusal bilinci geliştirecek programlar, ailece televizyon başında olunan saatlerde yayınlanmalıdır. Bu konuda son günlerde alınan en doğru karar, ATATÜRKÇÜ yayın çizgisiyle, görsel medyadaki umudumuz olan, Başkent Üniversitesi yayın organı Kanal B’ye aittir. İzleyicilerin yoğun isteğiyle, tartışma programları 21.30’a alınmıştır.
Türkiye Cumhuriyeti gibi, kilit coğrafyadaki bir ülkede, televizyon programcılığı çok ciddi bir iştir ve maddi kaygılardan arınabilmeyi gerektirir. Ülkemizdeki özel kanalların ve TRT’nin aşağıdaki hususlara özellikle özen göstermelerini diliyorum:
■ Türkiye’de televizyon, en ücra köylere kadar girmiştir. Televizyon yayıncılarının ilk hedefi de, ulusal bilincimizi yükseltmek olmalıdır. Bu konuda rehberliğine başvurulabilecek öylesine değerli bilim insanlarımız vardır ki, program yapmak konusunda asla sıkıntı çekilmeyecektir.
■ Hazırlanan programların kalitesi, izleyicinin kültür düzeyine duyulan saygının göstergesidir. Popüler deyimle, “Reyting” uğruna, “düşük kaliteli, oyalayıcı” yayınları ekrana getirmek, kısa vadede çıkar sağlasa da, uzun vadede -Türk Milleti’nin uyanışıyla- gündemden düşecek ve hem yapımcısına, hem de yayınlandığı kanala itibar kaybettirecektir.
■ Elbette ki, televizyon bir okul değildir ve eğlence programları da yer alacaktır. Ancak, eğlencenin de düzeyi önemlidir. Mizahı, şaklabanlığa indirgemeye ve Türk Milleti’ni, zekâdan yoksun, sevimsiz esprilere gülmeye zorlamaya kimsenin hakkı yoktur.
Türk Milleti sabırlıdır. Kendi gücünün ve yapabileceklerinin azımsanmasına hemen tepki göstermez ama bir de liderini bulup, şaha kalktı mı, asla durdurulamaz.
Ülkemiz üzerindeki kirli planlarını medya aracılığıyla yürütmeye kalkışanlar da, hala böyle bir şansları varken vazgeçmelidirler. Zira er ya da geç, yenilgileri kaçınılmazdır…
Aslı DİNÇMAN
İzmir, 21.01.2009