Haziran ayında Brezilya’da çevre sorunları için bir toplantı yapılıyor. Bu toplantıya yaprak çizip gönderilecek ve toplanan bu yapraklar liderlere verilecek. Böylece çevre konusuna karşı tüm Dünyanın biraz daha sağduyulu olması istenecek.
Bu önemli konuda acaba ne kadar duyarlıyız? Yaşadığımız Dünya acaba yalnızca bize ait mi? Bize ait bile olsa onu; kaynakları, güzellikleri hiç tükenmeyecekmiş gibi kullanmamız doğru mu? Çevre için birçok şey yapılıp söyleniyor. Birçok insan bu konuyla ilgili görüşlerini belirtiyorlar. Oysa bu kadar çok konuşulduğu, tartışıldığı halde bu konuya gerçekten önem verenlerin sayıları o kadar az ki… Tıpkı özürlülerle ilgili konularda yapıldığı gibi, çevreyi korumanın önemi de konuşuluyor, yazılıyor ve unutuluyor…
Oysa bütün bu karmaşaya gerek bile yok. “Çevreci” olduklarını savunanlar, eğer gerçekten Dünyayı ve insanları seviyorlarsa, onu şov yapmak amacıyla değil, gerçekten korumak zorundalar. Bu o kadar zor bir şey değil. Silahlanma için harcanan paraların yarısı çevre için kullanılsa, bu olay çözümlenebilir. Ne var ki, önemli olan bunu düşünmek değil, uygulamak…
Şu cümle ne kadar anlamlıdır: “DÜNYA, BİZE ATALARIMIZIN MİRASI DEĞİL, ÇOCUKLARIMIZIN EMANETİDİR…” Evet, çocuklarımıza teslim edeceğimiz Dünya, onlara layık olmalıdır. Oysa o çocuklar, yaşları küçük olduğu için ellerinden alıp, dikkatsizce kullandığımız, adeta yok etmeye çalıştığımız Dünya’larına bizden çok daha büyük bir çabayla sahip çıkmaya çalışıyorlar. Hem de tümüyle bize ait olan şeylere bile gösteremediğimiz kadar büyük bir özenle….
Bazen düşünüyorum da, keşke kişisel hırslarımız olmasa ve Dünya yönetiminde çocuklara da söz hakkı verebilsek… O zaman Dünya’mız daha iyi yaşanılacak bir yer olacaktır…
Hiçbir zaman geç kalmış değiliz. DÜNYA için hala bir şeyler yapabiliriz. Önce insanları bu konuda bilinçlendirmeliyiz. Birçok kişi hala çöplerini sokaklara atıyor, hala pet şişeler kullanılıyor ve fabrikalar atıklarını denizlere boşaltıyorlar. Bu şartlarda hiçbirimizin “Dünyayı ve çevreyi seviyorum.” demeye hakkı yoktur…
Şöyle bir soru sorulabilir: “Ne yapabiliriz? O fabrikaların ürettiği hiçbir ürünü kullanmayalım mı? Onlara ihtiyacımız var…” Evet, onlara ihtiyacımız var, ama DÜNYAYA daha çok gereksinimimiz var… Belki çok ürkütücü gelebilir ama bu kuruluşları boykot etmemiz gerekirse bunu da yapmalıyız. Kendimiz için, yarınlarımız için, DÜNYA İÇİN….
Çernobil faciası zihinlerimizden silinmedi, yıllar geçse de silinmeyecek.. Ve Dr. Erdal ATABEK, “Çernobil Çocukları” başlıklı bir yazısını şu paragraflarla noktalıyordu:
“Hayır, bin kere hayır! Bu çocuklar Dünyayı değiştiriyordu. Yirminci Yüzyılın bu canlı belgeselleri, Dünyayı değiştiriyordu. Hepimize sorumlu olduğumuzu anlatıyorlardı. İçimizin sızlaması, onlara armağanlar vermek hiçbir şey değildi. Asıl olan, onların yaşadıklarında kendi sorumluluğumuzu görebilmekti. Hepimiz sorumluyduk, hepimiz suçluyduk. Nükleer silahlara karşı çıkmayan herkes sorumluydu. Nükleer enerjinin yanlış kullanılışına karşı çıkmayan herkes sorumluydu. Ekosistemi bozan herkes sorumluydu. Buna duyarsız kalan herkes sorumluydu. Dünyanın yağmalanmasına aldırmayan herkes sorumluydu. Kendi rahatımız, kendi keyfimiz için, kendi çıkarımız için başkasını düşünmediğimiz için hepimiz sorumluyduk. Hepimiz, hepimiz…
Andrei’ler, Aleksi’ler, Nataşa’lar, Olga’lar… Sizlere binlerce teşekkür. Hepinize binlerce teşekkür. Bizleri hiç bağışlamayın. Belki böylece biz de doğruyu görebiliriz…”
Doğa, varolmak için bize gereksinim duymaz ama bizler yaşayabilmek için ona muhtacız. Onu yok etmek, kendimizi yok etmekle aynı anlama geliyor. Bu bilinçle yola çıkmalı, doğaya zarar verecek bir şey yaparken faturasının bizlere çıkarılacağını düşünmeliyiz.
Evet, tüm Dünya çocukları! Sizin Dünyanızı sevmeyenleri, ona zarar verenleri hiçbir zaman bağışlamayın ki, bizler her geçen gün size layık olabilmek için daha çok çaba gösterelim ve sizin emanetinizi, en az sizler kadar güzelliklerle dolu olarak teslim edelim…
Aslı DİNÇMAN
İstanbul, 1 Mayıs 1992