Toplumla bütünleşememek, engellilerin çok önemli sorunlarından biridir. Genellikle bu konuda, engellileri dışladığı kabul edilen toplumun çaba göstermesi beklenir. Mimari engeller, sosyal dışlama vs. hep engelli olmayanların koyduğu sınırlar olarak görülür ve salt onların çabasıyla kaldırılabileceği varsayılır.
“Entegrasyon”un sözlük anlamı, “Bütünleşme, Uyum”dur… Entegre olma / entegre etme gereksinimi duymanın temelinde; örtülü ya da açıkça, kendini / bireyi, bütünün dışında hissetme algısı vardır. Bu algı, gönüllü olmasa da zorunlu bir suçlama / suçluluk duyma psikolojisini kaçınılmaz hale getirir.
Belki de toplumda engellilere bakış açısını ve verilen değeri sorgularken, yönelmemiz gereken ilk soru şudur: Engelliler, kendilerini gerçekten ve samimiyetle toplumu oluşturan, sağlıklı bireyler olarak hissediyorlar mı?
“Sağlıklı” tanımının, “Sağlamlık” çerçevesiyle sınırlandığı bir ortamda engellilerin özgüveninin tam olarak geliştirilmesi olanaksızdır. Böyle bir toplumda birey, doğuştan ya da sonradan engelli olduğu andan itibaren “Eksik”tir. Dolayısıyla eğitimi ve yetenekleri ne kadar gelişirse gelişsin, bu yanlış algıyı öncelikle bilincinde aşamadığı sürece, “Eksik” yaşamak durumundadır.
Diğer taraftan, kendini toplumun bir parçası hissederek toplum dinamiklerine katkıda bulunmak için erişilebilirlik de gereklidir ve engellilerin de bu konuda özellikle mimari kısıtlamaları vardır. Ancak engele odaklanmadan, bireye “Toplumun Olmazsa Olmaz Bir Ferdi Olarak Gereksinim Duyma Bilinci” için, sadece mimari engellerin kaldırılması, ya da sağlam kişilerdeki engelli algısının değişmesi yeterli olmayacaktır. Engellilerin de bazı yeni ve farklı bakış açılarını benimsemeleri kaçınılmazdır.
Bunların başında, engelle birleşme bilinci ve özgüven gelir. Engelle birleşme bilinci, özgüvenden de önce gelmelidir, çünkü o yoksa sakatlık, bireyin kişiliğinin yanı sıra özgüvenine de kambur olur.
Yüzde yüz özdeşleştiğiniz sürece, bedensel kısıtlılıklarınızın sizi gerçek anlamda sınırlaması söz konusu değildir. Olsa olsa yaşadığınız ortamlarda gerekli düzenlemelerin yapılmamış olması, bir süre için, bir şeyleri yapamadığınız izlenimini verebilir; ki, bu durum geçicidir. Erişilebilirlik sağlandığı anda, engeliyle bir bütün olan engelli, her sağlıklı birey gibi hayata karışarak, büyük resmin parçası olacaktır… Zira size ait olmasından rahatsızlık duymadığınız sürece kısıtlılığınız, sizi siz yapan pek çok özellikten biri olarak hayatın olağan öğelerindendir.
Hiç düşündünüz mü? Aslında dünyada, hemcinsleriyle kendini karşılaştırıp, kısıtlılıkları olduğunu zannederek kısıtlılık hisseden tek canlı da insandır. Tam tersi de düşünülmelidir: Gerçekte, istisnasız her insan engelli olduğu halde, bunun farkında olmayan bazıları, salt çoğunluğun fiziksel becerilerine sahipler diye kendilerini “sağlam” ve “normal” zanneder, çoğunluğun fiziksel becerilerine sahip olmayanlara da “engelli” ve “anormal” diye bakarlar.
Dikkatinizi çekerim: “İstisnasız herkes engelli adaydır…” demiyorum; “İstisnasız herkes engellidir…” diyorum ve kanıtlayabilirim…
Yoksa siz engelli değil misiniz? Hadi öyleyse, uçak ya da helikopter vb. yardımı olmadan gökyüzünde dolaşın o zaman… Ya da oksijen tüpü uyanıklığına başvurmadan dalın denizin dibine, iki üç saat kalın bakalım… Kuşlar ve balıklar için bunlar çok kolay ve doğalken, neden sizler yapamıyorsunuz? Hani engelli değildiniz?..
Dünyaya gelen ve hayatta kalabilen her canlı, yapmak üzere yaratıldığı göreve uygun donanıma sahiptir. Üstelik de insanın kriterlerine göre akıllı sayılmasa da, bizim dışımızdaki tüm türler bunun kusursuzca farkındadırlar… Hem akıllı geçinip hem de hayatında veya vücudunda bir şeylerin kusurlu ya da kusursuz olduğunu düşünerek, daha iyi addettiği şartlara sahip olanları kendinden üstün, daha kötü addettiği şartlarda yaşayanları ise yoksun gören, ne yazık ki en şuurlu canlı olması gereken insandır.
Kendimden örnek vereyim: Ben bacaklarımı, ellerimi ve kollarımı kişisel ihtiyaçlarımı karşılamak için kullanamıyorum, herkes tarafından anlaşılır netlikte de konuşamıyorum. Başkalarının “engel” olarak gördüğü bu özellikler aslında, yapmak üzere dünyaya geldiğim işleri yapabilmemi kolaylaştırmak için bana verilmeyen özellikler… Yazarak düşünce üretmek üzere dünyada bulunan, üstelik benimki kadar zapt edilmez zihne ait bir bedene verilecek her artı fiziksel beceri (hele hele anlaşılır konuşma yeteneği) asıl işlev olan YAZMAMIN önüne geçerek, projeyi altüst ederdi. İşte asıl o zaman engelli olurdum… www.aslidincman.wordpress.com adresindeki yazı ve kitaplarımı okursanız bunu çok net görürsünüz.
Şimdi diğer taraftan bakalım: Birileri, kendilerini “Sağlam”, beni ise “Engelli” saymayıp, bu dünyayı hepimiz için kolay yaşanır hale getirse, örneğin sosyal devlet bana sürekli bakım desteği sağlayarak, annemle birlikte hayatımızı kolaylaştırsa, fiziksel yetersizliklerim bana engel olmaz…
Yani benim engelim, aslında vücudumu herkes gibi kullanamamam değil; yapmak üzere dünyaya geldiğim işleri yapabilmemi kolaylaştırmak için bana destek vermekten kaçınan sakat sistem… Bu sistem değişip normale döndüğünde, engeller de ortadan kalkacaktır…
Yaşam, hepimize kendi benzersiz ve eşit olanaklarımıza uygun verilmiş, eşsiz bir armağandır. Mükemmeldir… Ancak, zorla kusur ararsak, elbette ki bulabiliriz. Ne var ki bulduğumuz kusurlar, yaşamın mükemmelliğini zedeleyemeyeceğinden, sadece bizi engeller ve yaralar…
Aslı Dinçman
İzmir 12 Haziran 2019