Sayın Özdemir İNCEnin 09 Haziran 1995 tarihli Dünya Kitap Dergisi makalesine yanıt

Bu yazı,
Sayın Özdemir İNCE’nin
9 Haziran 1995 tarihli,
Dünya Kitap Dergisi’nde yayınlanan makalesine yanıttır.

Sayın
“Dünya Kitap” Dergisi okurları,

Adım Aslı DİNÇMAN. Yirmi iki yaşındayım ve Dünya Kitap’ın yeni bir okuruyum. Geçtiğimiz günlerde rastlantı sonucu dergi bana ulaştığında, genç bir yazar olarak kitap tanıtımlarını, makaleleri ve diğer bölümleri incelemeye başladım. Sayın Özdemir İNCE’nin yazısını okuduğumda kayıtsız kalamayacağımı, daha da önemlisi, “Kayıtsız kalmamam gerektiğini” hissettim. Sayın İNCE’nin makalesi hakkındaki görüşlerimi, anılan yazıyı paragraf paragraf inceleyerek ileteceğim.

Liderlerini sevmek ve reddetmek konusundaki seçim hakkına her birey sahiptir. Önemli olan, söz konusu kişilerin faaliyetlerini niçin onayladığımızı ya da reddettiğimizi gerçekten bilmemizdir. Onları reddetmek için geçerli nedenlerimiz varsa, belirlediğimiz alanlardaki olumsuzluklarını gidermek için de somut önerilerimiz olmalıdır. Eğer ne ülkemize, ne de bize hiçbir yararı olmayacağı halde mutlaka birilerini aşağılamak istiyorsak, her türlü cezaya da hazır olmamız gerekir.

Üstelik, düşündüklerimizin kendimiz, toplum ve tüm insanlık adına GEÇERLİ ve gerçek anlamda YARARLI olduğuna inanıyorsak, basın, medya ya da kamuoyunun ve hatta yasaların kısıtlama, kınama ve cezalandırmalarını böylesine ciddiye almamız ve gereğinden fazla etkilenmemiz doğru mudur?

Ülkemizin bölünmez bütünlüğünün her fırsatta (Futbol karşılaşmaları, sosyal içerikli aktiviteler vb…) vurgulanmasının gereksizliğini ve kavramı basitleştireceğini savunuyorsunuz. Öyleyse, Galatasaray ya da Fenerbahçe kupa aldı diye sabaha kadar korna çalıp sokaklarda dolaşan, kazandığımız milli maçların ardından silah çekip rast gele ateş ederek çevresindekilere zarar veren insanlara; birlik ve beraberliğin en önemli güvencesi olan KÜLTÜR’ü yazın alanındaki kaliteli çalışmalarla ya da konferans, panel vb… seçkin etkinliklerle aktarabileceğinize inanıyorsunuz sanırım…

Türkiye’de hiçbir akıl ve mantığın kabul etmeyeceği bir demokrasi olduğu doğrudur, çünkü öyle olması gerekmektedir. Çoğulculuk ilkesi, nüfusun büyük bölümünü gerçek aydınların oluşturduğu ülkeler için geçerlidir. Yazınızda da değindiğiniz üzere, Fransa “Demokrasi abidesi” sayılabilecek ülkelerdendir, ancak siz oradaki demokrasiyi Türkiye’de uygulamaya çalışırsanız, birkaç ay içinde hepimiz mahvoluruz… Neden mi? Çünkü irtica inanılmaz boyutlara varır, ATATÜRK’ün heykelleri, büstleri taşlanır ve şimdi eleştirdiğimiz devleti bile arar hale geliriz…

İrtica konusundaki görüşlerinize içtenlikle katılıyorum. Türkiye’nin bölünmesinde rol oynayabilecek en önemli etkenlerden biridir bu olgu. Ancak ben, salt tehlikeyi vurgulamanın, ondan korunmak için yetmeyeceğine inanıyorum. Açık bir ifadeyle, İRTİCADAN KURTULMAMIZIN garantisi, ülkeyi imparatorluk dönemine götürmek isteyenleri yerden yere vurmak değil, sorunu nasıl giderebileceğimiz konusunda somut ve uygulanabilir çözümler üretmektir.

Haklısınız, devlet adamlığı gerçekten önemli deneyimler gerektirir ve bunlar görev başında kazanılamaz. Türkiye şartlarına baktığımızda ise, anılan deneyimin, sizin sözünü ettiğiniz aşamalardan geçerek (Politik parti deneyimi, genel sekreterlik, belediye meclisi üyeliği… vb…) kazanılması olanaksızdır. Böyle bir düzen ancak HER BİREYİYLE BİLİNÇLİ toplumlarda kurulabilir. Üstelik, İstanbul ve Ankara’nın laik belediyelerini (!…) ve her geçen gün ülkeye yayılan irtica hareketlerini göz önüne aldığımızda, sözünü ettiğiniz eğitimden geçen politikacıların nereye layık görülecekleri de ayrı bir sorundur…

Türkiye’nin bugünkü şartlarını düzenleyemediğimiz takdirde, bir tek seçeneği vardır, o da yüz-iki yüz yılda bir dahinin çıkması, ortalığı düzenlemesi ve gitmesidir. Zaten öyle olmasaydı, bugün yüce ATATÜRK’ü böylesine aramazdık…

Beni “Aşırı kadercilik”le suçlayanlar olabilir, ancak bunlar ülkemizin gerçekleridir ve onlara pembe çerçeveli gözlüklerle bakmak, DAHA AZ GERÇEK olmalarını sağlamayacaktır.

Çözüm nedir? Önce toplumu eğitmek zorundayız. Sorun çoğunlukla politikacılarda değil, onları seçenlerin bilinçsizliğindedir. Halkı eğitebilir, kültür düzeyini yükseltebilirsek, onlar kendi haklarını insanlık adına daha bilinçli kullanarak çözümlerini üretecek, yönetimde aktif söz sahibi olabilecek ve ülkeyi gerçek demokrasiye ulaştırabileceklerdir…

Ben eleştiriye, değişik fikirlere karşı değilim. Zaten kitleleri bilinçlendirme sorumluluğunu denetiminde tutan yazarların örümcek kafalı olmaları düşünülemez bile. Hatta şu anda sosyal içerikli, kapsamlı bir bilimsel çalışmanın içindeyim ve birçok tabuyu yıkmayı hedefliyorum. Ne var ki, şu ilkeyi de asla unutmuyorum: ÖNEMLİ OLAN HİÇBİR ŞEYİ DEĞİŞTİRMEMEK DEĞİL, YIKTIKLARIMIZIN YERİNİ FAZLASIYLA DOLDURABİLMEKTİR…

Doğruların ancak tartışılarak bulunabileceğine inandığımdan, eleştiriye açığım. Dünya Kitap’ın da iyi bir tartışma ortamı oluşturacağına inanıyor, makalemi yayınladıkları için tüm dergi yetkililerine teşekkür ediyorum.

Aslı DİNÇMAN
İzmir, 09 Temmuz 1995