SAN’AT ve İNSAN

Kültürü, yaşam biçimini, duygu ve coşkuları görkemli bir biçimde ifade etmek için kullanılan başlıca olgulardandır san’at…

San’atın en önemli özelliği, insanüstü yeteneklerin, insanlar tarafından ve yine insanlar için sergilenmesidir.

Hangi dalda eser verirse versin, eğer kendi yaratıcılığını kullanabiliyorsa her san’atçı bir dehadır. Zira, san’atın özgünlüğü büyük önem taşımaktadır. Bilinen olguları, alışılmış şekilde tekrarlamak ve BÜYÜK SAN’ATÇILARIN İZİNDEN YÜRÜDÜĞÜNÜ SAVUNMAK, san’at kadar, İNSANA da yakışmaz. Çünkü her taklit, bireyin potansiyelini yok ederek, onu yaratıcılıktan uzaklaştırır… Önceden yaratılmış iyi yapıtlar incelenmeli ama yinelenmemeli, özetle, kendine özgü bir tarz bulamayan kişi ürettiklerine, “BENİM YAPITLARIM…” dememelidir. San’atın hedef kitlesi insan olduğuna göre, ulaştığı toplumda ne kadar algılanabildiği önemlidir. San’atçının salt kişisel arzularına doyum sağlamak amacıyla, Evrensel dil olan san’atı bireysel hale getirmesi ve küçük bir azınlık dışında, hiç kimsenin anlamayacağı yapıtlar üretmeyi “ERDEM” sayarak, “ANLAŞILMAZ OLMAKLA” öğünmesi bencillik olduğu kadar, yaşadığı topluma karşı saygısızlıktır da… Toplumun her kesimi tarafından severek okunan ya da izlenen yapıtlar san’atçıyı ölümsüzleştirecek, iz bırakan, büyük insanlar arasında yer almasını sağlayacaktır.

“San’atçı, duygu ve düşüncelerini kitlelere aktarırken, anlaşılır olmalıdır…” dedik. “ANLAŞILIR” sözcüğü çoğunlukla “BASİT” ile karıştırılmaktadır. Oysa anlaşılır, BASİT OLAN değil, İYİ İFADE EDİLENDİR. Özellikle de yazım alanında çıkarılan yapıtlar, ifade gücü açısından mükemmel olmak zorundadır. Her izleyici kendi konumuna göre bir resimden farklı iletiler çıkarabilir ama yazarı anlayabilmek salt, bize sunduğu cümlelerin hazırlanışındaki özene bağlıdır.

San’atçının böylesine önemli sorumlulukları varken, san’atseverin nitelikleri neler olmalıdır?

Öncelikle neyi, niçin izlediğini ya da okuduğunu bilmelidir. Yapıttan beklentisi, yaratıcısını ve mesajını anlamak olmalı; eserin özüne inerek, günlük yaşantısında ondan nasıl yararlanabileceğini araştırmalıdır. Eserin niteliği ne olursa olsun izleyici, salt kendisi için yaratıldığını düşünerek, yaşamına maletmelidir.

İnsan yaşamının tekdüzeliğini gideren, yeni ufuklar açan bu büyük olgunun değeri ancak seslenebildiği kitlelerin varlığıyla anlam kazanacaktır. San’atı içermeyen bir yaşam düşünülemez, ancak yaşamı kapsamayan san’at da kısa zamanda yozlaşmaya ve yok olmaya mahkumdur…

Aslı DİNÇMAN
İzmir, 25 Nisan 1995