ÖZÜRLÜ ÇOCUĞU KABULLENMEK Mİ, YOKSA BENİMSEMEK Mİ ?…

Her yıl İlkbahar ile birlikte ağaçlar yapraklanır, bahçelerde doğanın en güzel renkleriyle bezenmiş çiçekler açar, Kış’ın kar ve soğuğu yerini tatlı bir esintiye bırakır. BAHAR GELMİŞTİR… Sonra birden sıcaklar bastırır. Bunalır, terleriz. Yaz aylarının en zevkli yanı deniz kenarına gitmektir, çalışarak geçirilen uzun bir dönemin yılın yorgunluğu ancak tatille giderilebilir. Tatil deyince akla hemen deniz, Güneş ve kum gelir… Sonbahar belki de en hüzünlü mevsimdir. Yapraklar dökülmeye başlar. Rüzgarlar artık serin esiyor, neredeyse üşütüyordur. Her şeye rağmen o, Yaz’dan kalmış Güneşli günlerin de mevsimidir ve tabii ki en güzel sevgilerin… İlikleri donduran, yaşı ellinin üzerindekilerin pek sevmediği bir mevsimdir Kış, iyi korunmayanı hasta eder. Oysa çocuklar onu ne kadar çok severler… Bembeyaz karların içinde yuvarlanmak tüm çocuklar ve İÇİNDEKİ ÇOCUĞU ÖLDÜRMEYENLER için doyumsuz bir zevktir…

Tanrı’nın yarattığı en büyük mucizelerdendir mevsimler…Onların güzellikleri FARKLI oluşlarından kaynaklanır. Her biri kendi özelliğini gösterir, mükemmel ve benzersizdir… Birbiriyle kıyaslanamaz, kıyaslamaya çalışırsak, ele aldığımız mevsimin birçok özelliğini ve kendine ait güzelliklerini zorunlu olarak göz ardı etmemiz gerekir…

İnsanlar da mevsimlere benzerler. Hepsi ayrı bir Evren’dir ve hepsi de benzersizdirler. Bazıları mavi gözlüdür, bazıları sarışın, esmer… Kişilik yapıları da birbirinden tamamıyla farklıdır. Kimi, “Tuttuğunu koparır…” dediklerimizdendir, kimi ise hayatı boyunca yönetilmeye, yönlendirilmeye ihtiyaç duyar, tek başına düşünmeyi bile bilmiyordur… Arı gibi çalışanların yanında, yan gelip yatanlar da vardır; iyilik yapmayı adeta meslek edinenler ve kötülükten garip bir zevk alanlar da…

İşte biz insanlar, bütün bu kişilik özellikleriyle iç içeyiz ve isteyerek ya da istemeyerek hepsini benimsemişizdir. Hatta, bizim kişilik yapımız da belki beğendiğimiz, belki de nefret ettiğimiz özelliklerin birleşmesinden, bütünleşmesinden oluşmuştur.

Kişilikler kadar, fiziksel özellikler de farklıdır. Kimi uzun boyludur, kimi kısa; kimi tığ gibidir, kimi kilolu. İşte, tıpkı yeşil ya da mavi gözlü olmak, zayıf veya kilolu olmak gibi bir özellik daha vardır; bazı insanlar özürlüdürler… Bu farklılık da yaşamın bir parçasıdır ve yaşamdaki her şey gibi benzersizdir… Önemli olan, olup olmamasını yargılamak değil, ona hangi açıdan baktığımızdır… Karşımızdaki gence “Bir bacağın yok…” dediğimizde “Ama diğeri var…” diyebilmesidir güzel olan… Ya da spastik bir gence, “Vücudunu kullanamıyorsun…” denildiğinde, alınan şu cevaptadır gerçek yaşama sevinci; “Evet, bacaklarım ve kollarım doğduğumdan beri zekamın süratine yetişemiyorlar…”

Özürlü olmayı bir “Özür” haline getiren aslında bizleriz, yani özürlü/özürsüz tüm insanlar… Doğadaki tüm farklılıkları, güneş ve yağmuru, fırtına ve meltemi severek, isteyerek benimsemişiz, hepsindeki güzellikleri keşfetmişizdir. Aynı şekilde özürlü olmayı da bir engel olarak görmememiz, onun da olumlu yanlarını bulmamız gerekir. Rüzgar ağaçları devirir, evleri yerle bir eder, yine aynı rüzgar yel değirmenlerini de çalıştırır…

Aslında başlık, “Özürlü Çocuğu Kabullenmek” olacaktı ama ben “Kabullenmek” kelimesini pek uygun bulmayarak yanına bir de “Benimsemek”i ilave ettim. “KABULLENEN” kişi, “Allah verdi, buna da şükür…” , “BENİMSEYEN” ise, “İyi ki sen varsın, seni seviyorum, özürün de senin bir parçan olduğu için onu da seviyorum…” der… Kabullenmek zorunluluktur, benimsemek ise, SEVGİ’den yola çıkar…

Çevremizdeki özürlüleri gerçekten tanımaya çalışır ve onlara önyargısız olarak yaklaşabilirsek bizden farklı olmadıklarını görürüz. Özürlü olmak “EKSİKLİK” değil, bir “ÖZELLİK”, herkeste olmayan ve değerlendirilmesi gereken bir ayrıcalıktır… Gelin hemen şimdi bu benzersizliği keşfetmek için enginlere açılalım. Özürlüye ve özürüne yeni bakış açımız sadece özürlü kişi ve ailesi için değil, bizim açımızdan da harikulade bir deneyim olacaktır…

ASLI DİNÇMAN
İstanbul, 13 Mayıs 1993