Tanrı’nın kendi varlığından tüm canlılara kattığı en önemli özellik kusursuzluktur… Hepimiz, kendi gerçekliğimiz içinde mükemmel doğarız ve bunu asla kabul etmek istemeyiz. Çünkü özümüze, o harika bireye ulaşmak uzun ve zorlu, hatta acılı çabalar gerektirir. İşte, “İNSAN KUSURLUDUR…” cümlesinin gölgesine sığınarak, güvencede yaşamak istememizin nedeni budur.
İnsanın ve doğadaki diğer canlıların ne kadar harikulade yaratıldığını fark etmek için, onları kendi benzersizlikleri içerisinde algılamamız yeterlidir. Bizim “KUSUR” olarak gördüklerimiz, canlıların kendilerine özgü ayrıcalıkları ya da yaşam deneyimlerini farklılaştıran yapısal özellikleridir.
Bir tavuskuşunun sesini duyduğumuzda çoğu zaman, “Ay ne berbat bir ses…” deriz. Bize göre onun kusuru sesinin kötü oluşudur… Yalnızca ansiklopedi sayfalarında görüp tanıyan biri için ise tavuskuşu, BÜYÜLEYİCİ ve OLAĞANÜSTÜDÜR, çünkü gerçekten kusursuz bir kuyruğa sahiptir…
Bülbülün şakımasından zevk almayan var mıdır, bilmiyorum. O, doyumsuz sesiyle şakırken kendini bize göstermez, çünkü basit görünüşlü, hatta çirkin diyebileceğimiz, sıradan bir kuştur ve öyle bir sese sahiptir ki, tüm çelimsizliğine rağmen bizleri büyüler. Resimlerde gördüğümüzde dikkat bile etmeyiz çoğunlukla, ama nağmelerine konuk olabilmek için kilometrelerce yol katettiğimiz sabahların sayısı hiç de az değildir ve biz bunu BOZ RENKLİ, HİÇ DE GÜZEL GÖRÜNMEYEN BİR KUŞ İÇİN YAPARIZ…
Doğa, yaratılan her mucizeyle, bizlere çok önemli bir gerçeği haykırmaktadır: HER CANLI, KENDİ BÜTÜNLÜĞÜ İÇİNDE ALGILANMALI VE KUSUR BULUNMADAN SEVİLMELİDİR…
İnsanoğlunda ise durum çok daha karmaşıktır, çünkü o düşünme gücüne sahip bir varlıktır. Dünyaya geldiğimizde hepimiz eşsiz ve mükemmelizdir, çünkü düşünme, fikir üretme, yargılama, sorgulama vb… faaliyetleri yapabilecek durumda değilizdir. İlk aylarda, diğer canlılarda olduğu gibi, salt bedensel gereksinimlerimiz için yaşar ve onlar karşılandığı sürece mutlu olabiliriz. Büyüdükçe, zihnimize ait yeteneklerden yararlanmaya başlarız ve işte sorunlar da orada başlar.
Aile ve çevre faktörleri, kişiliğimizi tam olarak oluşturamayışımız, potansiyelimizi algılamadaki aşırı alçakgönüllülüğümüz ya da kendini beğenmişliğimiz, yetersizliklerimize ait komplekslerimiz ya da onları reddetmemiz, özetle İNSANLA İLGİLİ HER OLGU bizleri kusurlu olmaya iter. Evet, İNSANLA İLGİLİ HER OLGU ifadesini kullandım. O mükemmel yaratıkla ilgili herşey, yine onu kusurlu hale getirmektedir.
Nedeni ise, çok açıktır: Hepimiz bilinçaltında, kendimizi kusurlu olmaya programlamışızdır, çünkü KENDİ MÜKEMMELLİĞİMİZE, YANİ ÖZÜMÜZE ULAŞMAK inanılmayacak kadar sıkıntılı ve ıstıraplarla dolu bir süreçtir ve insanoğlu, her ne pahasına olursa olsun acı çekmeyi sevmez.
Burada, çok önemli bir gerçeği vurgulamak istiyorum. Kusursuzluğa kesin tanım getirilemez. Çünkü o, herkes tarafından kabul edilen normlara göre belirlenebilecek bir kavram değil, bireyin özünü konu alan ve yalnızca onun potansiyeli doğrultusunda saptanması gereken, değişken bir olgudur.
Kusursuzluğu, “HERKES MÜKEMMELDİR, GELİŞİME İHTİYAÇLARI YOKTUR…” şeklinde algılamak ise, kavramın gerçek anlamına tümüyle aykırıdır. Hepimiz özde mükemmelizdir ancak şu anda özümüzden çok çok uzaklardayız… Bu nedenle kusursuzluğumuza, diğer anlamda KENDİMİZE ulaşmak için öylesine büyük gelişmelere ihtiyacımız vardır ki…
İşte, kendimizle ilgili en keyifli ve en kaçınılmaz serüvenimize başlamak için küçük bir ipucu: BİZİM EN BÜYÜK KUSURUMUZ, YÜZDE ONUNU BİLE DOĞRU DÜRÜST KULLANMADIĞIMIZ BİR BEYİN POTANSİYELİNE SAHİPKEN, KUSURLU YARATILDIĞIMIZI VARSAYMAKTIR…
Kendimizi “KUSURLU YARATILMAKLA” sınırlamamalı, düşünsel boyutta acı çekmekten korkmamalı, kendimizle ve birbirimizle iletişim kurmaktan, özümüzü ve birbirimizi benimsemekten, en önemlisi de koşulsuz sevmekten asla vazgeçmemeliyiz…
Aslı DİNÇMAN
İzmir, 27 Kasım 1995