NEDİR ŞU, SPASTİK OLMAK?

Bugüne dek, çok değerli uzmanlar Serebral Palsi (Spastik) hakkında bilinmesi gerekenleri araştırdılar ve açıkladılar. Ne var ki, bu bilgiler kaynak itibarıyla, iyi niyetli çabalardan öteye geçemedi; asla doyurucu ve bizlerle özdeşleşmeyi kolaylaştırıcı nitelikte olamadı. Olamazdı da, çünkü bizim engelimizi hissetmeleri mümkün değildi…

Spastik olmak; görmeyenleri algılamak için gözlerinizi kapatmaya, işitme engelliler adına kulaklarınızı tıkamaya, bir süre tekerlekli sandalyede dolaşmaya, ya da Otizmi anlamak amacıyla camdan bir fanusa kapatılmaya benzemez. BU UĞURDA BİR ÖMÜR HARCASANIZ DA, SPASTİK OLMAYI ASLA HİSSEDEMEZSİNİZ… Bu nedenle gelin, kariyeriniz ne olursa olsun, ONU YAŞAYAN BİRİNDEN OKUYUN…

Evet, sizlere, bizim özrümüzün nasıl bir duyumsama olduğunu -hissetmeye adım atabileceğiniz şekilde- anlatmaya çalışacağım.

Çok önemli bir ricam var: BU BÖLÜMDE OKUYACAKLARINIZI ASLA OLDUĞUNDAN FARKLI BOYUTLARA ULAŞTIRIP, DRAMATİZE ETMEYİN. Bizler günlük yaşantımızda, buraya yazacağım gerçeklerimizi fazla önemsemez ve dramatik hale getirmeyiz. Yaşantımızdaki darboğazlar da, sorun ya da trajedi olarak asla aklımıza gelmez. Bizler, birçok kişinin çok istediği halde asla başaramadığı şeyi gerçekleştirir ve neyi ne kadar yapabiliyorsak, sadece YAŞARIZ…

İşte ilk konumuz: BEDENİMİZİ NASIL HİSSEDERİZ?

            Kendi beynimizle, bir başka bedene hâkim olmaya çalışır gibiyizdir. O beden ise, asi ve başına buyruktur. Özellikle de istem dışı hareketlerimiz varsa, biz bedenimizi değil, o bizi yönetir. Örneğin, dengede oturabilmek, ya da ayakta durabilmek için, kontrolsüz kaslarımızın izin verdiği, her birimize özel hareket stilleri geliştiririz. Bunlar, spastik olmayanlar tarafından, “ANORMAL” zannedilse de, bizim özgünlüğümüz çerçevesinde son derece normal ve doğaldır. Tek dezavantaj, bu tür duruş ve hareket farklılıklarının, omurgamıza ya da kaslarımıza zarar verebilecek nitelikte olmasıdır. Bunu da uzmanlar, “FİZYOTERAPİ” denilen sporumuzla engellemeye ya da aşmamızı sağlamaya çalışırlar.

Kasılı adalelerimizdeki his, aşırı gerginliktir. Bazı okurlarım bunu, kramp gibi düşünebilirler ama arada önemli farklar vardır:

  1. Kramptaki şiddetli ağrı yoktur. Adale, kasılmanın aksi yöne doğru esnetilmedikçe ağrı ya da acı duyulmaz
  2. Kramp geçici, kasılma ise süreklidir. (Geçirdiğim ikinci ameliyatta narkoz verilmedi ve sakinleştiriciyle uyutuldum. Daha sonra doktorum, anestezi altındayken dahi kaslarımın yay gibi gergin olduğunu söyledi.) Bazı koşullarda, gevşeyip uykuya dalmakta bile güçlük çekebiliriz.
  3. Kasılmalarımızla sürekli iç içe yaşayabiliriz, ama herhangi bir adalemize kramp girdiğinde, doktor müdahalesi gerekebilir.

Söz konusu kaslar esnetilerek açılmaya / yumuşatılmaya çalışıldığında, gerilme artar ve acı ya da ağrı duyabiliriz. Dolayısıyla, adalelerimizi kasıldıkları şekilde tutmak kolayımıza gelir. Bazen de özrümüzün şiddeti nedeniyle bunları dış yardım olmadan açmamız mümkün değildir. (Örneğin benim sol dizimin arkasındaki adaleler çok gergin olduğu için, ayağa kaldırıldığım zamanlar dışında, bacağım genelde bükülü dururdu. Oturur pozisyondayken ise, zorlanarak açılmadığı sürece, kesinlikle bacağımı düz uzatamazdım. Bu kaslar ameliyatla uzatıldıktan sonra daha rahat ettim.)

Özellikle ılık suya girdiğimizde, kaslarımızın sertliği azaldığından, kendimizi daha rahat hissederiz.

İşte fizyoterapi ve hidroterapi de, hareketlerimizi geliştirmenin yanı sıra, bu tür tutulmaların -şiddetinin artarak- başka problemlere yol açmasını önler. Çünkü uzun süre kendi haline bırakılıp, hiç esnetilmeyen spastik kaslar, bulundukları yerdeki sinir ve dokulara basınç yapmaya başlayabilirler. (Ben bu nedenle üç yıl çok şiddetli ağrı çektim ve yirmi yerden cerrahi operasyon geçirdim.) Dolayısıyla, -özellikle ağır özrü olan spastikler için yazıyorum bunu- yaşımız ne kadar ilerlemiş olursa olsun, ne kadar gelişme kaydedersek kaydedelim, FİZYOTERAPİ ASLA BIRAKILMAMALIDIR.

Şimdi, kasılma ve istemsiz hareketlerimizi kısmen de olsa hissedebilmenizi sağlayacak iki öneri:

1.    SPASTİSİTEYİ ALGILAMA DENEYİ

Kol ya da bacağınızı, size çok “normal” gelmeyen bir pozisyonda tutarak, kaslarınızı gerin ve otuz-kırk saniye sonra o uzvunuzda neler hissettiğinizi tam olarak algılamaya çalışın.

2.    İSTEMSİZ HAREKETLERİ ALGILAMA DENEYİ  (Bu deney için yardıma ihtiyacınız olacak.) Bir gün boyunca, ne yaptığınıza aldırış etmeden, -elbette ki tehlike yaratacak durumlar hariç- aniden kolunuzun, bacağınızın, ya da gövdenizin sarsılmasını isteyin. Bu, diğerinden daha kolay gibi görünüyor değil mi? Ama, iki kurala uyacaksınız:

  1. Yılgınlığa kapılmadan yaptığınız işi sürdürecek, bozulmuşsa baştan başlayacaksınız.
  2. Asla öfkelenmeyecek ya da pes etmeyeceksiniz.

Bu bölümde yazacaklarımı özellikle de Serebral Palsi’lilerle ilgilenen uzmanların mutlaka denemelerini rica ediyorum. O zaman SPASTİK OLMAYI, HİÇBİR KİTAPTAN ÖĞRENEMEYECEKLERİ KADAR İYİ BİLECEK VE BİZLERE ARZU ETTİKLERİNDEN ÇOK DAHA FAZLA YARDIM EDEBİLECEKLERDİR.

*   *   *

            Spastik olmanın fiziksel boyutuna ilişkin çok genel bir değerlendirme yapmıştık. Bu yazımda ise, zihinsel boyutta neler getirdiğine, olguyu yaşayan biri olarak değinmek istiyorum: Bizim özrümüzün zihinsel değerlendirmesi, bireysel, ailesel ve sosyal olmak üzere, üç başlık altında yapılabilir:

  1. BİREYSEL

Zeki olma + zekâyı kullanma sorumluluğu bizler için, hayatınızda ilk defa bisiklete binmek gibidir. Bilinçli yönlendirme ve destek olmadıkça, acemi çabalar göstermekten öteye geçemeyiz.

Çoğunlukla, kendimiz için düşünebilme yeteneğinden yoksun yetişiriz. Örneğin, öğrendiklerimizi ve yapmamız beklenenleri günlük yaşantımıza adapte etmekte zorlanırız. Hızlı düşünüp karar verme ve uygulamayı gerektiren durumlarda da çoğunlukla yetersiz kalırız. (Meselâ bazen arabada giderken annem bana, “Sahil yolundan mı, yukarıdan mı gidelim?”diye sorar. İki yolu da bilmekle birlikte, hangisini seçeceğime bir anda karar veremem. Annem de, arabayı durdurup beni bekleyemeyeceği için, “Sen söyleyinceye kadar…” diyerek, yoluna devam eder.)

Kavramsal düşünme yeteneğimiz de, çok doğru ve yoğun bir eğitimle çok küçük yaşlardan itibaren geliştirilmelidir. Aksi takdirde, sayısal ve mantıksal zekâmız geri kalır. Bu nedenle spastiklerin, özel eğitim ve rehabilitasyonun yanı sıra, normal tedrisatlı okullara kabul edilmeleri çok önemli ve gereklidir. (Ben bu sorunu yaşadım. Okula kabul edilmediğim için, annemin tüm çabalarına rağmen sayı ve kavram problemim var. Örneğin, bir el bombası atılarak, 50 kilometrekarenin yerle bir edileceğini varsayabiliyorum!)

Bunlar asla zekâmızın yetersizliğini göstermez. Sadece, çok bilinçli bir eğitim görmemiz gerektiğini kanıtlar. Çünkü, potansiyel zekamızın ne olduğunu hiç kimse bilemez. ÜSTELİK, ZEKAMIZI DIŞA YANSITMA KONUSUNDA “ALIŞILMIŞ SPASTİK KALIPLARI”, ÖZRÜMÜZÜN GÖRSEL TUHAFLIĞI, KASLARIMIZI DENETLEME MÜCADELEMİZ VB. SAYISIZ ENGEL VARKEN, ZEKA DÜZEYİMİZ HAKKINDA VARSAYIMLARDAN YOLA ÇIKMAK HİÇ DE ADİL DEĞİLDİR…

—o—

  1. AİLESEL

Alışılmış aile üyesi karakterlerinin (evlat, kardeş, abla/ağabey, torun, yeğen vb.) gereklerini yerine getiremediğimiz için, (“ALIŞILMIŞ SPASTİK KALIPLARI” nedeniyle) olağan aile içi etkileşimden yoksun kalırız. Dolayısıyla da, zekâmızı dışa yansıtabilecek bilinci kazanıp, gerekli etkinlikleri sürdürmede problem yaşarız. Örneğin, objeleri tutma/kavrama sorunumuz varsa, ihtiyaç duyduğumuz deneyimleri diğer bebekler/çocuklar gibi elde edemeyiz. Çocukluğumuzda bizimle ya hiç oyun oynanmaz, ya da bu aktivite sadece özel eğitim ve rehabilitasyon adına yapılır. Böylelikle de zihinsel gelişim grafiğimiz sağlıklı ve doğal biçimde gerçekleşemez. Olması gerektiğinden çok daha gerilerde kalır.

Ailesel boyuttaki zihinsel sorunlarımızın en büyüğü, uyaranlara cevap verme stilimizin farklı oluşu, ya da tepkisizliğimizdir. Konuşamıyorsak bu sorun çok daha yıkıcıdır. Aile üyelerimiz bizimle iletişim kurmak isterler. Ne var ki, biz onlara bekledikleri biçimde yanıt/tepki veremeyince, anlamadığımızı düşünerek bizden uzaklaşırlar. Aile içindeki sıradan sohbetlere dahi dâhil edilmeyebiliriz. “O bir özürlü.” saplantısı paralelindeki bu yaklaşımlar sonucunda zekâmız tümüyle geri kalır, geriler ya da dışa yansıtamadığımız için geri görünür.

Oysa bizim ihtiyacımız da, tüm çocuklar gibi, Serebral Palsi ön plana çıkarılmadan, aile içinde doğal koşullarda yetişerek, zihinsel potansiyelimizi en aktif biçimde kullanabilmektir.

—o—

  1. SOSYAL

Zekâmızı sosyal boyutta dışa yansıtabilmek ve bir şeyler öğrenebilmek için ilk gereksinimimiz, çevreyle iletişim kurabilmektir. Oysa “ALIŞILMIŞ SPASTİK KALIPLARI”, Serebral Palsi’lilerin dış dünyadan soyutlanmalarına yol açar ve böyle öngörür.

Toplumdaki genel kanı, zihinsel engelli olduğumuz yolundadır. Kaslarımızdaki gerginlikten kaynaklanan, vücudumuzdaki çarpılma, istemsiz hareketlerimiz, tükürüğümüzün akması, başımızı dik tutamayışımız, mimiklerimizin istem dışı olması vb. de bu bilinçsizliği körükler. İnsanlar bizim hiçbir şeyden anlamadığımıza öylesine emindirler ki, incineceğimizi hiç düşünmeden ailemize zeka özürlü olduğumuzdan söz edip, neden, niçin, hacı/hoca muhabbetine başlayabilirler

Konuşmamızın rahat anlaşılmaması da, zekâmızı gizleyen faktörlerdendir. Aslında, tam tersi de geçerlidir: SPASTİK OLMAYANLAR, SÖYLEDİKLERİMİZİ ANLAYAMAYACAKLARI YOLUNDA KENDİLERİNİ KOŞULLANDIRDIKLARI İÇİN, ZEKÂ ÖZÜRLÜ OLDUĞUMUZU DÜŞÜNMEK KOLAYLARINA GELİR. Oysa ayrı değil, sadece farklı olduğumuzu bilenler için, söylediklerimizi anlamak, doğal olmayan bir çaba gerektirmez. Çünkü onlar, spastik olmamızı ön plana çıkarmazlar. (On beş yıllık, müzik öğretmeni bir dostum var: Emine ATABAKAN. Tanıştığımız ilk günden beri, bir şeyi iki kere tekrarladığımı hatırlamıyorum.)

Bazıları, konuşmamızı anlamadığı halde, anlıyormuş gibi görünür ve bunu bizim fark etmeyeceğimizi zanneder. Bazıları ise, “Tamam canım, yorma sen kendini…” gibi, hoş ama boş (!) sözlerle, en önem verdiğimiz düşüncelerimizi dile getirirken, sözümüzü yarıda keser. Diğer bir grup ise, “Adın nedir, iki kere iki kaç eder?” vb. sorularla bizi zekâ testine tabi tutar…

Eğer zekâmızı yazılı iletişimle yansıtıyorsak, toplum ne yazdığımıza önem vermez ama nasıl yazdığımıza takılır. Çünkü zekâmız ve düşüncelerimiz dikkate alındığında Serebral Palsi ön plana çıkarılamaz. Bu da “ALIŞILMIŞ SPASTİK KALIPLARI”nın hiç işine gelmez.

Zekâmıza ilişkin, sosyal boyutta bizi en çok öfkelendiren, bebek muamelesi görmek, ya da söylediklerimizin anlaşılmaya çalışılmamasıdır. Çünkü özrümüz ne kadar ağır olursa olsun, kendimizi öylesine sağlıklı ve doğal hissederiz ki, bize farklı davranılmasını kabul etmemiz mümkün değildir. Üstelik kendi düşüncelerimize çok değer verir, verilmesini de isteriz.

Özetle, Serebral Palsi’lilerin konumuza ilişkin sosyal yaşamdaki temel beklentileri, zekâlarından şüphe edilmemesi ve yaşantılarıyla, kişiliklerine saygı duyulmasıdır.

—o—

  1. SPASTİK OLMANIN ZİHİNSEL BOYUTUNU BİREYSEL AÇIDAN ALGILAMA DENEMESİ

Çok iyi bildiğiniz bir veriyi, ihtiyacınız olduğu anda kullanmamayı, ya da biraz geç kalmayı deneyin.

Bu durumda neler hissettiniz? Etrafınızdakiler ne gibi tepkiler verdiler? Kendinize güveninizde ne gibi dalgalanmalar oldu?

  1. SPASTİK OLMANIN ZİHİNSEL BOYUTUNU AİLESEL AÇIDAN ALGILAMA DENEMESİ

Aile üyelerinizden, yirmi dört saat boyunca sizinle alıştığınız biçimde iletişim kurmamalarını isteyin.

Örneğin, ciddi konularda konuşurken sizi konuşmalarına dâhil etmesinler, ya da bir şey söylediğinizde hiç dinlemesinler.

  1. SPASTİK OLMANIN ZİHİNSEL BOYUTUNU SOSYAL AÇIDAN ALGILAMA DENEMESİ

Çevrenizdekilerden, bir gün boyunca sizinle konuşurken, basit konular seçmelerini ve siz konuşurken sadece, “Yorma sen kendini, evet anladım.” vb. yetersiz karşılıklar vermelerini isteyin.

Böyle davranışlarla karşılaşmak nasıl bir duygu? Sadece bir gün değil, bir ömür boyunca size böyle yaklaşılsaydı, neler hissederdiniz?

*   *   *

            Spastik olmanın psikolojik boyutu hakkında, genel olarak nasıl bir değerlendirme yapılabilir? Bu soruyu yazdığımda, cevaplandırılmasının ne kadar zor olduğunu da fark ettim. Çünkü bir insanın bütün varlığı, benliği ve yaşantısı üzerinde derin ve etkin rol oynayan, böyle bir özelliğin psikolojisini değerlendirmek için, yaşamın her alanını göz önünde bulundurmak gerekir ki, bu da sayfalar dolusu açıklama yapmayı kaçınılmaz hale getirir.

Evet, spastik olmanın psikolojik değerlendirmesini, spastik olmayanların mantığıyla yapmaya kalkarsak, işin içinden asla çıkamayız. Çünkü böyle bir yanılgıyla yola çıktığımızda, ne spastik olmayı anlayabilmemiz, ne de spastiklerin gerçek ruhsal yapılarını çözümleyebilmemiz mümkün değildir.

Öyleyse, spastiklerin özerk durumlarının oluşturduğu, kendine has ve benzersiz bir kişilik+yaşamı esas almalı ve spastik olmanın psikolojik boyutunu da buna göre algılamalıyız. Burada da karşımıza şu darboğaz çıkar: Serebral Palsi’lilerin özürleri birbirinden çok farklıdır. Dünyada, birbirinin aynı özre sahip iki çocuk/genç yokken, özrün psikolojisi hakkında nasıl bir genel analiz yapabiliriz? Bu nedenlerle ben sizlere, spastik olmanın getirdiği temel özellikleri taban alarak, psikolojimizle ilgili çok genel bilgiler vermek istiyorum.

            Bilinmesi gereken ilk ve en önemli gerçek, özrümüzden kaynaklanan yetersizliklerimizin, sanıldığı gibi, bizi üzmediği ve mutsuz etmediğidir. Spastik olmayanlar, spastik olmayı anlayamayacakları için bu konuda saplantılı fikirler içindedirler. Oysa BİZİM, ÖZRÜMÜZ NEDENİYLE ÇEKEBİLECEĞİMİZ ACININ TEK KAYNAĞI, “ALIŞILMIŞ SPASTİK KALIPLARI”DIR. Çünkü hiçbir özrü olmayanlar kendilerini ne kadar normal ve sağlıklı hissediyorlarsa, doğru ilkelerle yetiştirildiğimiz takdirde, bizim de kendimizi algılayışımız aynı doğrultuda olacaktır.

Söz konusu içgüdü, tüm spastiklerde vardır. DOĞAMIZ GEREĞİ, HİÇBİRİMİZ KENDİMİZİ “ALIŞILMIŞ SPASTİK KALIPLARI” MANTIĞINDA KABUL EDİLEN ŞEKLİYLE “SPASTİK GİBİ” GÖRMEZ VE HİSSETMEYİZ. Bu, özre yönelik bir yadsıma değil, “SPASTİK BİR BİREY OLMA İÇGÜDÜSÜ”dür ve kendimizi “YAŞAMLA BİR” hissetmemizi sağlar. (Diğer hiçbir özürlü grubu, engelini ve kendini böylesine  evrensel perspektifte algılayamaz. Çünkü çoğunlukla özürlerini bir “YÜK”, “KÖTÜ KADER”, “CEZA” ya da “OLMAMASI GEREKTİĞİ HALDE, OLAN BİR ŞEY” gibi görürler. SEREBRAL PALSİ’LİLER İÇİN İSE, SPASTİK OLMAK SON DERECE DOĞALDIR.

Ancak, “ALIŞILMIŞ SPASTİK KALIPLARI” nedeniyle ailenin etkisinde olduğu “BENİMSEME” dışı yaklaşımlar, çocuğun “SPASTİK BİR BİREY OLMA İÇGÜDÜSÜ”nü baskı altında tutarak, onu ve yakınlarını yetersiz, kalitesiz, boş ve acz içindeki bir yaşama mahkûm eder. Açıklamalarım yetersiz olabilir, çünkü bize verilmiş ilahi bir lütuf olan bu içgüdüyü, spastik olmayanlara tam olarak anlatabileceğimi sanmıyorum. ONU KEŞFETMEK İSTEYEN OKURLARIMA TEK ÖNERİM, SPASTİKLERLE ÖNYARGISIZ, KOŞULSUZ VE GERÇEK İLETİŞİM KURMALARIDIR.

Serebral Palsi’nin psikolojik boyutundan söz ederken, mutlaka göz önünde tutulması gereken diğer konu, duygusal zaaflarımızın pek çoğunun, ailesel ve sosyal boyuttaki yanlış yaklaşımlardan kaynaklandığıdır. SEREBRAL PALSİ’NİN, ÇOCUKTA ÇEŞİTLİ RUHSAL YETERSİZLİK VE PROBLEMLERE YOL AÇTIĞI TESPİT EDİLMİŞTİR. ANCAK BEN BU TESPİTLERİN TÜMÜYLE GERÇEĞİ YANSITABİLECEĞİNE İNANMIYORUM. Çünkü, söz konusu belirlemeler, ailenin çocuğa yaklaşımı, “ALIŞILMIŞ SPASTİK KALIPLARI” doğrultusunda kemikleştikten sonra yapılmıştır. Aile içinde, bilinçli uyaran eksikliğine maruz kalan özürlülerin psikolojik gelişimlerinin normal olması beklenemez. Dolayısıyla, aynı spastiklerin “BENİMSEME” ile yetiştirilselerdi hangi aşamaya gelebilecekleri meçhuldür…

Spastikler fiziksel yetersizlikleri nedeniyle psikolojik boyutta acı çekerler mi? Ya da şöyle soralım: Spastikler, hareket kısıtlaması olmayan insanları gördükçe, kendi durumlarından dolayı mutsuzluk ve endişe duyup, bunalıma girerler mi? YAPABİLDİKLERİMİZ, BİZİM MANTIĞIMIZA GÖRE, BİZİM İÇİN YETERLİDİR. Neyi, ne kadar başarabiliyorsak, onun keyfini çıkarırız. Ailesi “ALIŞILMIŞ SPASTİK KALIPLARI”ndan etkilenmediği sürece, hiçbir Serebral Palsi’li, “BEN NEDEN BÖYLEYİM?” ya da, “AH KEŞKE …… DA YAPABİLSEYDİM….” diye düşünmez. Çünkü daha önce de yazdığım gibi, bize aksi öğretilmediği sürece, biz kendimizi “SAKAT, ACİZ, MUHTAÇ, BECERİKSİZ” -ya da “ALIŞILMIŞ SPASTİK KALIPLARI” her ne diyorsa öyle- algılamayız. Serebral Palsi’lilerin eğilimi, ne durumda olurlarsa olsunlar, hayatın tadını çıkarmaktır ve özürleri de onları çok fazla ilgilendirmez. Çok bilinçli ya da aşırı iddialı olanlarımız dışında, özel eğitim ve rehabilitasyon sırasında çoğunlukla “kaytarmaya” çalışmamızın nedenlerinden biri de budur…

Bazı konularda ise, spastik olduğumuz için yapamayacaklarımızı benimsemekte güçlük çekeriz. (Örneğin, ben çocukluğumda polis olmak istiyordum. Annem, “Kızım bak, tek başına yürüyemiyorsun, ellerini rahat kullanamıyorsun. Nasıl polis olacaksın?” diye, beni ikna edinceye kadar akla karayı seçmiş.) Bu durum, sağlam olmaya özenmemizden kaynaklanmaz. Düşünsel ve duygusal açıdan herkes gibi beyin ve yüreklere sahip olduğumuz için, herkes gibi isteklerimiz, hayallerimiz vardır. Spastik olmayı da doğal gördüğümüzden, bunları gerçekleştirmemizi özrümüzün engelleyeceğini algılayamayız.

BÖYLE BİR DURUMDA YAPILACAK TEK ŞEY, BİZİ BAŞARABİLECEĞİMİZ FARKLI BİR UĞRAŞA YÖNELTMEK, HİÇBİR ŞEY YAPAMIYORSAK DA, BUNU BENİMSEMEMİZİ SAĞLAMAKTIR. Oysa “ALIŞILMIŞ SPASTİK KALIPLARI”nda, özür trajedisi nedeniyle çocuğun istekleri ya tümüyle bastırılır, ya tümüyle körüklenir, ya ona bir hayal dünyası kurulur, ya da Serebral Palsi bahane edilerek, umutsuzluğa yol açılır… KAÇINILAN ŞEY İSE, ASLINDA GEREKSİNİM DUYULAN TEK ŞEY OLAN, GERÇEK’TİR. Böylelikle spastikler psikolojik açıdan özürlü duruma gelirler.

Özetle, Serebral Palsi’lilerin fiziksel ve zihinsel olduğu kadar, psikolojik boyutta da aciz görünmelerinin nedeni, özürleri değil, “ALIŞILMIŞ SPASTİK KALIPLARI”dır.

Aslı Dinçman

******